“Onun pek umudu yok”
“Yaa” diye mırıldandı ihtiyar. “Ama bizim var değil mi?
“Elbette var” diye yanıtladı çocuk.
Bir balıkçı olduğunuzu düşünün. Her gün sabah gün doğmadan kalkıp balık tutmak umuduyla denize açılıyorsunuz, akşama kadar çabalıyorsunuz ama eliniz boş dönüyorsunuz. Kaç gün daha umutla, sabırla ve azimle devam edersiniz? Üç gün, beş gün, on gün…
Küba’da bir balıkçı kasabasında yaşayan ihtiyar bir balıkçı, tam seksen dört gündür bu şekilde her sabah balığa çıkıyor ama akşam eli boş dönüyordu. Amerikalı yazar Ernest Hemingway, “Yaşlı Adam ve Deniz” romanında adı Santiago olan bu ihtiyar balıkçının okyanusun ortasında geçen dört gününü anlatmaktadır. Hemingway bu romanıyla Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödüllerini almaya hak kazanmıştır. Bu yazıda, iki ayrı filmi de çekilmiş olan bu roman bağlamında umut kavramını ele almaya ve değerlendirmeye çalışacağız.
Yaşlı Adam ve Deniz
Balıkçılık tam bir umut işidir desek yanlış olmaz sanırım. Birbirlerine “rastgele” diyerek geceden yola çıkar balıkçılar. Filmde kahramanımız Santiago da umutla bu şekilde yola çıkıyor ancak bir türlü istediği sonuca ulaşamıyor. Bu durum diğer balıkçılar tarafından alaya alınmasına da neden oluyor. Ama bunu çok da umursamıyor. Yetiştirmek üzere yanına aldığı Manolin adında bir çocuk var. Çocuk yaşlı balıkçıyı çok seviyor ve ona yardımcı olmaya çalışıyor ancak ailesi, balık tutamadığı için çocuğun yaşlı adamın yanında çalışmasına izin vermiyor. Çocuk başka bir balıkçının yanında çalışmaya başlıyor. Santiago her ne kadar yaşlı olsa da güçlü ve balık tutma konusundaki becerilerine güvenen birisi olarak karşımıza çıkıyor. Nihayet seksen beşinci gün de umutla balığa çıkıyor ve beş buçuk metre uzunluğunda -kayığından daha uzun- bir balık yakalıyor. Bunu satarsa ne kadar para kazanabileceğini hesaplamaya çalışıyor. Balık büyük olduğu için onu okyanusta sürüklüyor ve dört gün boyunca pes etmeden balıkla mücadele ediyor. Bu sırada elini ve sırtını misina ipi kesiyor. Yine bir eline kramp giriyor. Acıkıyor ama yiyebileceği sadece çiğ balık var. Gücünü koruması gerektiği için, tadını beğenmese de çiğ balığı yiyor. Sürekli keşke çocuk da burada olsaydı hem bana yardım ederdi hem de hala balık tutabildiğimi görürdü diye düşünüyor. Zaman zaman uykusuzluktan ve yorgunluktan bayılacak gibi oluyor ve gözleri kararıyor. Günler ve geceler boyunca bu şekilde mücadeleye devam ediyor. Kendi kendine ve balıkla konuşuyor. Bir yandan balığa üzülüyor öte yandan ona büyük bir saygı duyuyor. Nihayet balık yorgun düşüyor, Santiago kazanıyor ve onu kayığına bağlıyor. Hedefine ulaşmanın onur ve kıvancını yaşarken bu sefer de başka bir sorun ortaya çıkıyor. Bir köpek balığı kan kokusunu alıp saldırıyor. Santiago, zıpkınıyla köpek balığını uzaklaştırmaya çalışıyor. Bunda başarılı olsa da köpek balığı yaşlı adamın yakaladığı balığın bir kısmını yiyor. Daha sonra başka birkaç köpek balığı daha geliyor. Artık zıpkını da olmadığı için, bıçağını kayığın küreğine bağlıyor ve onları uzaklaştırmaya çalışıyor. Denizin ortasında tam bir can pazarı yaşanıyor. Av, avcı, ölen, hayatta kalan hepsi birbirine karışıyor. Nihayet köpek balıkları parça parça Santiago’nun balığını yiyip bitiriyorlar. Yakaladığı büyük kılıçbalığının yalnızca başı ve iskeleti kalıyor. İhtiyar balıkçı da yorgun düşüyor. Balığı evine götürememenin üzüntüsünü yaşasa da itibarını kazanmış olmanın mutluluğunu da yaşıyor.
Hepimiz Hayalini Kurduğumuz Balığın Balıkçılarıyız
Bu roman ve filmden herkes farklı bir şeyler çıkarabilir. Ancak sanırım herkesin uzlaşacağı konular azim, sebatkarlık, sabır ve umut olacaktır. Eserle ilgili değerlendirmelerde bulunan Nur Alptekin şunları diyor: “Hepimiz hayalini kurduğumuz balığın balıkçılarıyız. Bu eser bize umuda sarılmayı, sabretmeyi, vazgeçmemeyi, mücadele etmeyi, kişinin yenilgiyi kabul etmediği sürece yenilmiş olmayacağını anlatıyor. Hepimiz kendi hayatımızın balıkçılarıyız ve hepimizin yakalamak için ardından koşturduğu, zaman zaman peşinden sürüklendiği bir balığı var. Hepimizin hayatında, fırtınalar, dalgalar ve köpek balıkları var. Ah keşke şimdi yanımda olsaydı diyeceğimiz insanlar var. Balığı yakalayınca ne yapacağımızı bilmediğimiz tedbirsizliklerimiz var. Bu eser sizin, sonuca odaklanmaktan ziyade süreci görmenizi sağlayacak. Çünkü bazen vardığınız noktanın hiçbir önemi yoktur. Süreç o kadar doğru ve tatmin edici geçmiştir ki sonucun bir önemi kalmamıştır.”
Filmi ve kahramanımız Santiago’yu anlayabilmemiz için öncelikli olarak umut kavramından ne anlamamız gerektiğine bakmamız gerekiyor. Umut, varoluşsal, psikolojik ve spiritüel bir fenomen olarak değerlendirilebilir. İlk bakışta, kırılgan bir duygu olarak görülse ve anlaşılsa da umut duygu olmasının yanı sıra bir düşünce biçimi, bir inanç aynı zamanda da bir karakter gücü olarak ele alınabilir. Umudu, pasif ve aktif umut şeklinde iki farklı şekilde nitelendirmek kavramı daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Pasif ya da edilgen umut, dışsal koşullar isteklerimizi gerçekleştirsin diye bir beklenti içinde olmayı ifade eder. Bu yerine göre tuttuğumuz takımın şampiyon olmasını ummak ya da yarın yağmur yağmamasını ummak gibi bir beklenti içinde olmaktır. Karamsar ya da umutsuz olmaktansa böylesi bir umuda sahip olmak daha iyidir. Ancak bu tür bir umudun bizi hedefimize ulaştırması düşük bir ihtimaldir. Aktif umut ise, bireyin sürece etkin bir şekilde dahil olduğu umut türüdür. Pasif umut daha çok ilgi alanımızdaki konularla alakalıyken, aktif umut etki alanımızdaki konularla ilgilidir. Bu doğrultuda aktif umudu, güçlü bir niyetlenme ve sonrasında da harekete geçme olarak tanımlayabiliriz. Film kahramanımız Santiago da tam olarak aktif umudun bir örneğidir. Yaşlı balıkçı bize balık tutma konusunda umutlu olduğunu söylese ama sabah kayığıyla balık tutmaya çıkmasa, onun umuduna inanabilir miyiz? Böylesi bir umut gerçekçi olarak değerlendirilebilir mi? Oysa kahramanımız balık tutacağı konusunda umutlu ve bununla ilgili yapılması gerekenleri de aksatmadan yapmaktadır. Umutla ilgili en beğendiğim tanımlardan birisi de Patrick Shade’e aittir. Kendisi umudu “aktif bir adanmışlık” olarak nitelendirmektedir. Yaşlı balıkçımız da hedefine ulaşma konusunda tam bir adanmışlık göstermektedir. Hatta bunu canını ortaya koyacak şekilde yapmaktadır. Filmde bazı yerlerde balıkla konuşurken “ikimizden birisi ölecek” demektedir. Thomas Aquinas’a göre umut; “iyi bir şey için olmalıdır, umudun nesnesi gelecekte olmalıdır, istenen ve elde edilmesi kolay olmayan bir şey olmasının yanı sıra ulaşılabilir olmalıdır.” Yaşlı balıkçının durumunu gözümüzün önüne getirecek olursak, umuda ilişkin bu koşulların tamamının karşılandığını görebiliriz. Kimi düşünürler umudu “mümküne duyulan tutku” olarak da nitelendirmişlerdir ve umudun gerçekçi olabilmesi için ulaşılması mümkün olan bir hedefe yönelik olmasının şart olduğunu vurgulamışlardır. Bu hedefe tutkuyla bağlanmak da adanmayı kolaylaştıracaktır. Romanda, zaman zaman balığı öldüreceği için üzülen Santiago, “keşke balıkçı olmasaydım ama ben balıkçı olmak için doğmuşum” diyerek tutkusunu dile getirmektedir. Umut konusunda önemli çalışmalarıyla bilinen Chan Helmann da umudu, “kişinin geleceğim bugünden daha iyi olacak ve ben bunu gerçekleştirebilecek güce sahibim” diye düşünmesi şeklinde tanımlamaktadır. Yaşlı balıkçının da tam olarak bu duygu ve düşünceler içerisinde olduğunu görebiliyoruz. Hedefine ulaşma konusunda kendisine güveni oldukça yüksek ve daha önceleri defalarca başarılı olduğu için kendinden emin görünüyor. Yaşadığı olumsuzluğu ise, “Sadece artık şansım yok. Ama kim bilir? Belki bugün olur. Her gün yeni bir gündür. Şanslı olmak daha iyidir. Ama ben titiz olmayı yeğlerim. O zaman şans yüzüne güldüğünde hazır olursun” diyerek geçici bir şanssızlık olarak tarif ediyor.
Arayış Olarak Umut
Kavram üzerinde çalışan bilim insanları umudun “arayış” olma yönüne de vurgu yapmışlardır. Umut denilince ilk akla gelen kişilerden birisi olan Rick Snyder umudu, “arzu edilen hedeflere giden yolları bulma ve yolları kullanmak için motive olma” şeklinde tanımlamaktadır. Yine psikiyatri alanına önemli katkılarda bulunan Karl Menninger’e göre de “umut bir maceradır, ilerlemektir, ödüllendirici bir yaşam için kendinden emin bir arayıştır.” Ülkemizin önemli psikiyatrlarından Erol Göka da umudun arayış boyutuna vurgu yapmış ve umudu, “kişinin akılla, iradeyle nesi var nesi yoksa ortaya koyup, onca problemin, engellerin, tuzakların arasından geleceğe açılan güzel bir yolu bulmak için araştırması, böyle bir yolun mutlaka olduğu azmiyle asla pes etmemesidir” şeklinde tanımlamaktadır. Söz konusu bu tanımların hepsinde, umudu yüksek olan bir kişinin hedefleri, bu hedeflerin peşinden gitme motivasyonu, engelleri aşma ve bu hedeflere ulaşmanın yollarını bulma kararlılığı vardır. Bu tanımlar sizce de film kahramanımız Santiago’yu anlatmıyor mu? Özellikle Erol Göka’nın tanımı sanki yaşlı balıkçıyı tasvir etmiş gibi. Santiago’da aklıyla, iradesiyle, bilgi ve tecrübesiyle her şeyini ortaya koyup, bir meydan okuyarak hedefine ulaşmaya çalışmıştır ve yaşadığı şanssızlığı kırabilecek bir yol olduğu düşüncesiyle asla pes etmemiştir.
İradenin Eşlik Ettiği Umut
Motivasyon olmaksızın umut, bir dilek ve temenniden ibarettir. Böylesi bir umut yalnızca istemektir. Bu da kişiyi sonuca götürme konusunda yetersiz kalacaktır. Dolayısıyla iradenin eşlik ettiği bir umuda ihtiyacımız var. Aslında umut da saf haliyle, tüm diğer duygular gibi zayıf ve kırılgan olarak değerlendirilebilir. Ancak umuda eşlik eden azim, cesaret, öz-yeterlik, iyimserlik ve coşku onu güçlendirebilmektedir. Filmde kahramanımızın sergilediği umutta bu bahsi geçen özelliklerin tümü vardır diyebiliriz.
Yaptım Yine Yapabilirim
Umudu artırmaya yönelik psikoeğitim programlarında, katılımcılar zorluklarla başa çıkmayla, mücadeleyle ve umutla ilgili deneyimlerini anlatmaya teşvik edilir. Bu yolla kişilerde “yaptım yine yapabilirim” duygu ve düşüncesi yaratılmaya çalışılır. İhtiyar balıkçı Santiago’da bunu yapıyor. Gençliğinde bir siyahi ile yaptığı bilek güreşini hatırlıyor. Saatler süren mücadeleden sonra nasıl kazandığını ve mutlu olduğunu anımsıyor. Bu da şartlar değişmiş olsa da yine bir şeyler başarabileceğine inanmasını sağlıyor. Bir bakıma umudunu artırmak için geçmiş başarılı deneyimlerini bir kaynak olarak kullanıyor.
Öğrenilmiş Çaresizlik
Umudun önündeki en başta gelen engellerden birisi “öğrenilmiş çaresizlik”tir. Bu kavramı özellikle pozitif psikolojinin kurucusu Martin Seligman’ın çalışmalarından biliyoruz. Öğrenilmiş çaresizlik, deneyimlenen olumsuz yaşantı ve başarısızlıklardan sonra, kişinin çabalamasının hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini kanıksaması ve artık denemekten vazgeçmesidir. Seligman’a göre bunun karşısında yer alan “öğrenilmiş iyimserlik”te ise, “hayatta istenmeyen-kötü şeyler yaşarken bunların geçici olduğunu, bir ömür sürmeyeceğini; bir alanda başarısız olmanın her alanda başarısız olmak anlamına gelmediğini ve olumsuzluklarda çevresel faktörleri es geçmemek gerektiğini göz önünde bulundurma” söz konusudur.
Umut başarıyı garanti eder mi?
Film kahramanımız elinden gelen her şeyi yapıyor, balığı yakalıyor ve hedefine de ulaşıyor ancak bu başarı duygusu kısa sürüyor. Çünkü köpek balıklarının saldırısı karşısında çaresiz kalıyor. Onlara karşı da yapılması gereken her şeyi yapıyor ancak bir noktadan sonra kaybı kabulleniyor. Bu durumda umut edip hayal kırıklığına uğramış olmuyor mu? Elbette umut en büyük başarıların da en büyük hayal kırıklıklarının da sebebi olabilir. Ancak bu gerçekten kaybetmek midir tartışmak lazım. Ben çalıştım, çabaladım, yapılabilecek her şeyi yaptım ama olmadı, diyen bir kişi için “olmadı” ifadesi emek ve değer yüklü bir ifade olarak değerlendirilebilir. Bu “olmadı”yı alıp çerçeveletip duvarınıza asabilirsiniz. Çünkü ikinci kez yola çıktığınızda bu kez sıfırdan başlamış olmayacaksınız. Sonuca ulaşamadığınız bu yolculukta pek çok şey öğrendiniz. Nitekim Santiago’da daha fazla alet edevata sahip olsaydı belki de yakaladığı bu kılıç balığını evine götürebilecekti. Bu yolculukta bunu öğrenmiş oldu. Bir daha balığa çıkacağı zaman, yine büyük bir balık yakalayabilirim düşüncesiyle ona göre hazırlığını yapacaktır. Süreç odaklı olma, Mandela’nın “ben hiç kaybetmem ya kazanırım ya öğrenirim” sözünü hatırlatıyor. O yüzden gereken her şey yapılmışsa “olmadı” ifadesi bir kaybetme değildir. “Olmayacak” ifadesi ise bir kaçış, vazgeçiş ve kayıptır. Yola hiç çıkmamaktır. Bu bağlamda umut eden kaybedebilir ama umutsuz zaten kaybetmiştir dersek yanlış olmaz. Daniel Reardon bu durumu “yolun sonunda kötümserler haklı çıksa bile iyimserlerin yolculuğu daha eğlenceli geçmiş olacak” şeklinde yorumlamaktadır. Samuel Johnson da “umudun boşa çıkması, tükenmesi kadar kötü değildir” diyerek umutsuzluğun daha kötü olduğunu vurgulamaktadır. Hayır, amacıma ulaşamadığımda ben her şeye rağmen kendimi kaybetmiş olarak göreceğim diyorsanız. O zaman iyi bir kaybeden olun. Umutla mücadele etmiş, azmetmiş, elinden gelen her şeyi yapmış iyi bir kaybeden. Bu anlamda yaşlı balıkçı Santiago, iyi bir kaybedendi. İtibarını yeniden kazanmış, kendisini ispat etmiş, gücünü sınamış bir kaybeden.
Sosyal Destek ve Umut
Sahip olduğumuz ilişkilerin niteliği umutla doğrudan ilişkilidir. Gerçekleştirdiğimiz bir araştırmada, sosyal desteğin umudun önemli bir kaynağı olduğunu bulmuştuk. Sosyal destek, çevrenizde sizi gerçekten seven, umursayan insanların olması anlamına gelmektedir. Sosyal destek algınız iyi ve yüksekse yaşadığınız yahut yaşayacağınız sıkıntılardan kurtulma konusunda daha umutlu olmanız anlaşılabilir bir durumdur. Bu anlamda Santiago’nun en önemli destekçisinin küçük çocuk Manolin olduğunu görüyoruz. Onun sevgisi ve yardımı balıkçıyı mutlu ediyor. Öte yandan yalnızlık, umudu öldüren, insanı güçsüz bırakan, pek çok ruh sağlığı sorununun ortaya çıkmasına neden olabilecek bir insanlık halidir. İhtiyar balıkçı zaman zaman bunu hissediyor ve “kimse ihtiyarlığında yalnız olmamalı ama bu kaçınılmaz” diye düşünüyor. Bir zamanlar duvarında karısının soluk renkli bir fotoğrafının asılı olduğunu ama onu gördüğü zaman kendisini çok yalnız hissettiği için fotoğrafı kaldırdığını anlıyoruz. Hatta denizin ortasındayken de kayığına konan bir kuşla konuşmaya çalışıyor ve onun kendisiyle dostluk kurmasını umut ediyor. Sonra balığa odaklandığı bir sırada kuşun gittiğini görüyor ve üzülüyor.
Sosyal Karşılaştırma ve Umutsuzluk
Sosyal karşılaştırma mutsuzluğun en başta gelen nedenlerinden birisi olduğu gibi umutsuzluğun da nedenleri arasında gösterilebilir. Bir yerlerde okumuştum, başkalarıyla karşılaştırmasa herkesin mutluluğu kendine yeter diyordu. Benzer durum umut için de geçerli olabilir. Daha önce bahsettiğimiz gibi Santiago’nun seksen dört gündür balık tutamıyor olması, diğer balıkçılar arasında alay ve eğlence konusu haline getiriliyordu. Ancak Santiago buna pek aldırış etmiyordu. Bu durumun umudunu öldürmesine izin vermiyordu. Oysa benzer bir durum pek çok kişinin umutsuzluğa sürüklenmesine neden olabilir. Kişi başkalarının bazı konularda çok başarılı olmasına bakıp, kendisini yetersiz görerek vazgeçebilir. Bazen de kişinin umudu pamuk ipliğine bağlıdır ve dışardan gelecek herhangi bir “yapamazsın, bu olmaz” yorumu kişinin umudunun tükenmesine neden olabilir. Sosyal ve duygusal destek umudu artırmada ne kadar etkiliyse, sosyal karşılaştırma ve umutsuz insanların yaklaşımı da umudu öldürmede o kadar etkilidir diyebiliriz.
Umutsuzluğun Maliyeti
Umudun değerini umutsuzluğa ve çaresizliğe bakarak daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum. Yaşlı balıkçı umutsuz olsaydı ne olurdu? Muhtemelen yola hiç çıkmazdı. Böylece de hem süreçte hem de sonuçta olmak kaydıyla iki kez kaybederdi. Adem Yavuz’a göre, gerçek anlamda umutsuzluk, kişiyi yaşama bağlayan her şeye karşı inancını yitirmiş olmak demektir. En başta da kişinin kendisine olan inancını yitirmesi söz konusudur. Bu durum da kişiyi kötürüm yapar, eli kolu tutmaz hale getirir. Umutsuzlukta, bir kapanma, eylemsizlik, vazgeçme, çaresizlik, pasiflik, problem çözme, karar verme, hayal etme ve arzu etme yeteneklerinde azalma, karamsarlık, cesaret ve özgüven yitimi ortaya çıkmaktadır. Tüm bunlar olsaydı muhtemelen yaşlı balıkçı, evinden çıkmayacak, isteksizlik gösterecek, etkili kararlar veremeyecek ve tükenmişlik hissedecekti. Ancak umutlu olduğu için bunların hiçbirini yaşamadı. Geleceğinin daha iyi olacağına inandı. Belirsizlik söz konusu olsa da o geleceğe adım adım yürüdü.
Bu değerli eserin, umut bağlamında bende çağrıştırdığı şeyleri sizlerle paylaşmaya çalıştım. Sonuç olarak hem romanın hem de filmin, okunmasının ve izlenmesinin keyifli ve aynı zamanda kolay olduğunu söyleyebilirim. Hatta romanın yirmi dakikalık bir animasyon filmi de bulunmaktadır. Onun bağlantısını da aşağıya ekleyeceğim. Umarım yaşlı balıkçı Santiago, umut açısından sizin için iyi bir örnek olur. Sizlerin de hem bu yazıyla ilgili hem de film ve romanla ilgili yorum, eleştiri ve değerlendirmelerinizi aşağıdaki yorum bölümüne bekliyorum.
Sağlıcakla kalın.
Küçükyalı/İstanbul
19.12.2024
Yaşlı Adam ve Deniz Animasyon Filmi
İnsan ve eylemleri hakkındaki bu değerli düşünceler için yazara teşekkürler. Bunlar zihnimde, yolculuğumda takdir edebildiğim ve aşağıda alçakgönüllülükle paylaştığım diğer bilim adamlarının düşünceleriyle başka bağlantılar açtı. İnsan bir rüya balıkçısıdır: her gün bir balığı kıyıya getirmek için kovalar. AKTİF UMUT bizi sabırlı, çabalayan, azimli ve motive eder. SÜREÇ de en az sonuç kadar önemliyse asla kaybolmaz. Nihai hedefe ulaşamazsak, en azından süreci deneyimlemiş olacağız ve bu bize hemen sonumuzda yardımcı olacaktır. Mandela “ya kazanırsın ya da öğrenirsin” demiştir, ancak ÖĞRENME aynı zamanda süreci analiz etmek için zaman ve bilişsel çaba gerektiren aktif bir süreçtir. Başkalarıyla veya kendimizle yapabileceğimiz günlük bilgilendirme, hedefimize ulaşmak için yeni yollar yaratarak sürecin zihinsel haritasını yeniden yazar.
Elena Cossu
“Yaşlı Adam ve Deniz,” her satırını okurken düşüncelerimde kendi hayatımdaki umutlara ve umutsuzluklara gittim. Böyle bakınca bu eser yalnızca bir balıkçının okyanusla mücadelesini anlatan bir eser değil, aynı zamanda insanlık halinin, umut ve mücadelenin evrensel bir metaforudur. Santiago’nun hikayesi, her birimizin hayalini kurduğu balığın peşinde olduğu gerçeğini, azim, sabır ve cesaret gibi insani değerlerle örerek gözler önüne seriyor. İlk başlarda bir şeyleri yanlış mı yapıyor? Belki de bu mesleği yapmamalı? Gibi kalıplar gelse de bunun mutluluğun ve umudun peşinden gitmek olduğunu okudukça kavradım.
Özellikle yazıda dikkat çeken noktalardan biri, umudun iki farklı biçimle ele alınması: pasif umut ve aktif umut.
Pasif umut, dış koşullara bel bağlayarak beklemeyi temsil ederken, aktif umut, bireyin sürece dahil olduğu, kendi iradesiyle harekete geçtiği bir umut biçimidir. Santiago, aktif umudun bir örneğidir. Pes etmek yerine, her gün yeniden denemek için irade ortaya koyuyar. Bu bize, hedeflerimize ulaşmak için sadece istemenin yetmeyeceğini, eyleme geçmenin gerekliliğini öğretiyor. Hatta eyleme geçmeninde ötesinde zorlukların, aynı sonuçların tekrar ve tekrar olmasına rağmen devam edebilmenin gerekliliğini aşılıyor.
Bir diğer önemli farkındalık noktası ise umudun, bir “arayış” olarak tanımlanmasıdır. Rick Snyder ve Karl Menninger’in umut üzerine yaptığı çalışmalar, Santiago’nun okyanusta yalnız başına verdiği mücadeleyi anlamamızı kolaylaştırıyor. Umut, yalnızca bir hedefe ulaşma çabası değil, bu hedefe giden yolda engellerle yüzleşme ve alternatif yollar arama kararlılığıdır. Bu açıdan bakıldığında, Santiago’nun balıkla mücadelesi, bizlere yaşamda karşılaştığımız zorluklar karşısında nasıl direnmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Yazının belki de en dokunaklı yerlerinden biri, umudun sosyal destekle ilişkisine yapılan vurgu. Manolin’in Santiago’ya duyduğu sevgi ve bağlılık, yaşlı balıkçının yalnızlıkla başa çıkmasında önemli bir faktördür. Ancak Santiago’nun yalnızlığı ve zaman zaman hissettiği eksiklikler, umudu besleyen sosyal bağların önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. İnsan, sevdikleriyle güçlenir; yalnızlık ise umudu kırılganlaştırabilir. Kendi hayatıma tekrar baktığımda son 3 yıl içerisinde içsel büyüme yaşarken etrafımda çok yalnızlaştığımı ve bu durumu değiştirmek için eyleme geçmem gerektiğini hissettim. Size bu yönüyle teşekkür etmek istiyorum. Burada açık kalan tarafımı gösterdiniz.
Son olarak, yazı bize umutsuzluğun maliyetini etkileyici bir şekilde hatırlatıyor. Eğer Santiago umutsuz olsaydı, denize hiç açılmayacak, hem sürecin hem de sonucun keyfinden mahrum kalacaktı. Umutsuzluk, eylemsizliği ve vazgeçişi doğurur; umut ise hareketi ve yeni başlangıçları tetikler. Yazıda geçen Mandela’nın, “Ben hiç kaybetmem, ya kazanırım ya öğrenirim,” sözü, Santiago’nun hikayesini en iyi özetleyen ifadelerden biri olabilir.
Bu yazı, Hemingway’in Santiago’sunun bize sadece balıkçılık değil, yaşamın özüne dair derin dersler sunduğunu hatırlatıyor. Hayallerimiz uğruna mücadele etmeyi, süreçten keyif almayı ve sosyal bağlarımızı güçlendirmeyi vurgulayan bu yazı, bizlere umutla mücadele eden Santiago gibi, kendi yaşamımızın balıkçıları olmamız gerektiğini öğretiyor. Hem emekleriniz hem de hiç hesapta yokken kazandırdığınız farkındalık için tekrar teşekkür ediyorum Tayfun hocam.
Wow! This is an amazing article! Very well written and thought provoking, I’ve now been challenged to introspect a bit and look to see – Do I have hope? What is my hope? Is it active? Am I allowing negativity to crush my hope? How can I fan the flames of passion to move forward with real hope? How can I encourage others to have hope?
I’ll say it again – WOW! Thank you for your incredible research and taking the time to write in a way that is totally understandable to regular people like me. THANK YOU!
Tayfun Hocam bu güzel roman aracılığıyla umut üzerine harika bir yazı kaleme almış. Herkese okumasını ve üzerine tekrar tekrar düşünmesini tavsiye ederim.
Öncelikle Tayfun Hocamın kalemine sağlık. Öncelikle “Yaşlı Adam ve Deniz” filminin her anını “umut” kavramı ve bu kavram ile ilişkili diğer kavramlarla bağlaması harikulade olmuş. Hakikaten durarak cümleleri tekrar tekrar okudum. Burada ben de oluşturduğu izledim “umut” çok pozitif bir duygu ve bu diğer duygu ve davranışlarla beslenmeyince kırılıyor ve gidiyor. Sanki bir ağaç fidanı gibi süreç içerisinde besleyince büyür ve büyüdükçe sağlamlaşır hem boyuna hem de köküne doğru… İşte “umut” da öyle bir duygu olduğunu ben okuduğum bu yazıdan çıkarabilirim.
Yine yazıdan Mandela’nın “ben hiç kaybetmem ya kazanırım ya öğrenirim” sözü ve filmle ilişkisini çok yerinde buldum. Özellikle sonuç odaklı bir değerlendirmenin hakim olduğu Türk kültüründe süreç odaklı yaklaşım daha yeni yeni gündem oluşturuluyor. Özellikle yeni müfredat programının daha çok etkinlik tabanlı öğrenme-öğretme yaklaşıma vurgu yapması toplumun yavaş yavaş süreç odaklı düşünmeye doğru götüreceği inancındayım. Özellikle “başarısızlık” nedir? Acaba başkasına göre yok kendine göre mi değerlendirilmelidir? Kısaca “mutlak” mı yoksa “bağıl” mıdır? Hakikaten gerçek başarı nedir? Bu noktada benim düşüncem hayat kısmen bir satranç maçı gibidir. Bazen yanlış bir hamle yeni yanlış hamleleri değil farklı hamleleri düşünmeye zorlar insanı. Yani başarısızlık yoktur, belki daha iyisi ve farklı yolu vardır. Yine yazar “umut”un “umutsuzluk” dan daha avantajlı olduğu vurgusunu yaparak kendi içinde, “umut” un 1-0 önde olduğu vurgusu yapılmaktadır. Kısaca “umut” kıvılcımdır. Yani kıvılcım olmayan yerde ateş olmayacak ve sıcaklık olmayacak. Yeterki “umut”u sürekli besleyelim. Beslenmediği zaman halk arasında “umut fakirin ekmeğiidir” gibi sözler çıkar ki, bu ifade ile “umut” kavramı topluma yanlış şekilde yayılmaktadır.
Kısaca Tayfun Hocama beni düşündürüp bir “AKIŞ”a sürüklediği için çok ama çok teşekkür ediyorum.
Canım hocam,
Yazınızı büyük bir keyifle okudum. Hem edebi niteliği hem de bilimsel/akademik değerlendirmeleri içeren metniniz çok derinlikli. Umut için “mümküne duyulan tutku” değerlendirmesi bugüne kadar gördüğüm, beni etkileyen en iyi tasvirdi. Umuda başka bir taraftan baktım bu sayede.
Zaten sizi tanıyan umutla ilgili görüşlerinizi dinleyen herkes umuda diğer insanlardan daha farklı bir açıdan bakıyordur, buna eminim. Şimdi bu tasvir ile başka bir pencere daha açtınız bende.
Emeğinize ve ilham veren bakış açınıza sağlık 🙂
Teşekkür ederim. Umut mümkün olana yönelik olmazsa gerçekçi olmayan bir umut olur 🙂